-Ne zamandır ilişkin yok, diye sordu.
- On yıldır, dedim.
Sigarasını kültablasına bıraktı, gözlerini kocaman etti, dumanını üflerken, "Hadi yaaa" diyordu. Galiba inanamadı. Oysa doğruydu. Tam on yıldır normal bir ilişkim yoktu. Normalden kastim, birbirine ilgi duyan iki insanın birlikte yemeğe/sinemaya gitmesi, İstiklal'in ortasında el ele kol kola dudak dudağa dolaşması, kimseden çekinmeden, "Bu benim sevgilim millet" diye arkadaşlarının karşısına diktiği bir adam yoktu...
On yıl sonra geldi... Gecelerden birinde yanımda bitti. Aylar önce bir partide tanıştırılmıştık aslında, gözleri üzerimde kalmıştı. Kendini hatırlatıp kulağıma sokulduğu an ilk sözü de bu oldu ya:
- Gözlerimi almaya geldim!
Kadehler tokuşturuldu, havadan sudan konuşuldu, bir ara farkettim ki dinlemiyor, kokluyordum onu. "Eyvah, yine mi" derken düştüm aşka!..
Ya da 'her ne ise' ona...
Gece biterken elimi tuttu. O gün bugün de tutuyor. Liseli aşıklar gibi gezip tozuyoruz yollarda. Unutmuşum el ele tutuşmayı, bocalasam da başta, alıştım sonra. Ve ellerime bakmayı da... Hanidir krem sürmüyormuşum mesela, nasılsa tutanım yok diye boşlamışım ellerimi de...
Tam bir haftadır her gün birlikteyiz. Birlikte derken... Sadece eğleniyor, el ele tutuşuyoruz. Sonra o evine, ben evime...
Ama geçen gece... Yeterince el ele tutuştuğumuzu sandığımız bir gece, 'yaşanınca tükenir bildiğimiz'geldi başımıza... Sabahına, onu uyandırmadan kaçtım usulca.
Ondan değil, bir ilişkiden kaçmaktaydım aslında. Nasıl anlatsaydım bunu ona. "On yıldır elimi tutan ilk erkeksin ve ben saçmalayabilirim, n'olur anla" nasıl deseydim.
Diyemedim...
Anlamadı o da...
On yıl sonra bir gecede gelen, yine bir gecede gitti... Öyle sokak ortasında bırakmadı, telefonda gitti!.. Bir haftada ikinci tartışmamızı yaparken, "Sonra ararım" deyip kapattı... Bir daha da aramadı... 'Sonra'sını bekledim sabırla, gelmeyince ben aradım. Burnundan kıl aldırmayan, yıllarca "erkek aramalı kadını" diye atıp tutan ben... (Yaşlandıkça değil, yaşadıkça mı değişiyor insan?..) Uzun uzun çaldı ama açmadı.
Bittiğini anlamıştım zati... Bütün güzellikler gibi elbet o da bitecekti. Niyetim, 'neden'ini bilmekti. Daha önce hiç yapmadığımı yapmak yani...
Zira belirsizliğe, havada asılı bırakılanlara tahammülüm çoktan tükenmişti. "Yeter artık" deme zamanı (mı) gelmişti.
O kadar çok bitiş hatırlıyorum ki, cevapsızlığa mahkum edilen... Yüzüne söylenmeyen... Telefonun ucunda asılı kalan...
Başlangıçlara gösterdiğimiz özeni bitişlerden niye esirgeriz sahi?.. Daha mı az hasarla çıkarız bir açıklama yapmadığımızda?.. Telefonu öylece kapattığımızda veya arayan o ise açmadığımızda güç bizde mi olur yani?..
Karşıdakinin bizim için ölüp bittiğini düşünür; bundan da içten içe zevk mi duyarız?.. Çok mu zordur iki heceli kelimeyi söylemek: Bit-ti!..
Zor olan bittiğini kabullenebilmek değil ki, ne ilk ne de son o çünkü. Kafanızda onlarca soru işaretiyle bırakılmak zor... Hatanın nerede olduğunu bilememek...
Belki bilseydik, beynimizi kemiren "ne yaptım"lara cevap alabilseydik, ilişki özürlü olmazdık böyle. On yılı elimize krem sürmeden geçirmezdik mesela...
Güzel bir gecenin sabahı, kokusu üzerimizdeyken kaçmazdık...
İşte o yüzden derim ki, yapışın yakasına gidenin... Telefonu açmıyorsa da bitin kapısında:
- Sende cevabım var, ver onu bana!..